Bazı çocukluklar sessizdir.
Bazı çocuklar, sabah okula giderken kahvaltı kokusuyla değil, sessizliğin soğuk sesiyle büyür.
Biz o çocuklardandık.
Hiç annemizin elini tutup gitmedik okula.
Babamız hiç taşımadı çantamızı.
Yorulmak gibi bir şansımız yoktu bizim.
Ne ağladığımızı fark eden oldu, ne sustuğumuzu duyan.
Telefonu açtığımızda, “İyi değilsin, biliyorum,” diyen kimse olmadı.
Biz en çok çocukluğumuza yenildik.
Küçüktüm, okul yıllarımın ortasındaydım.
Bir gün, yıllar sonra bir şey oldu.
Annem beni okuldan almaya geldi.
Sadece bir kez.
Çünkü bir gün önce çok ağlamıştım.
Neden içimi döktüm bilmiyorum çünkü ben hiç içimi dökmezdim.
O gün yağmur yağıyordu.
Elinde bir şemsiye vardı, bana verdi.
Eve geldiğimizde, “Çantan ne kadar ağırmış,” dedi.
Oysa annem, hayatında ilk defa okul çantama dokunmuştu.
O an içim acıdı.
Çünkü o çantanın ağırlığı sadece kitaplardan değildi.
O çantada annemin yokluğu, çocukluğumun sessizliği, hiç söylenmemiş bir “aferin” vardı.
Annemin eli ilk defa çantama dokundu, ama bana hiç dokunmadı.
Ben hiç bilmem, annem kahvaltı hazırlasın, beni okula yolcu etsin.
Tüm arkadaşlarımın annesi yapardı, ama ben o duyguyu hiç yaşamadım.
Bir tek o gün, okuldan alınırken mutlu olacağımı sandım.
Meğer o gün, en çok yara alacağım günmüş.
Okula giderken hep çantamı kendim hazırlardım.
Okul kıyafetlerimi kendim ütülerdim.
Hiç bilmem, “Yarın okulun var, kıyafetlerin hazır,” sözünü...
Ya da sabah her evde rutin olan, bir annenin beslenme çantası hazırlayışını.
Ben hep kendim hazırlardım beslenmemi bir çocuk aklıyla.
Şimdi düşünüyorum da, ben hiç çocuk olmamışım.
Hani derler ya, “Anne ve babanı kaybedince büyürsün.”
Ben doğduğumda büyümüşüm, şimdi daha iyi anlıyorum.
Annem hiç beni okula yolcu etmedi.
Ve bir sözü vardı:
“Okula gider, sesini duymazdım. Kendi hazırlanır, sessiz sedasız çıkardı.”
Annem beni o kadar yok saymış ki...
Şimdi daha iyi anlıyorum.
Yıllar sonra fark ettim, o sessizlik bana geçmiş.
Ben de artık sessizim.
Benim de onunla bağım yok.
O gün, yağmurun altında fark ettim:
Bazı bağlar hiç kurulmaz, bazı sevgiler hiç konuşulmaz.
Şimdi büyüdüm.
Artık kimseye yük olmamak için güçlü duruyorum.
Ama biliyorum ki, o küçük çocuk hâlâ içimde.
Hâlâ çantasını taşıyor, kimse fark etmesin diye gülümsüyor.
Ve o çanta hâlâ ağır.
İçinde çocukluğum var.
Hiç yaşanmamış bir sabah,
Hiç tutulmamış bir el...
Bazı hikâyeler anlatılmadıkça eksik kalır.
Bu satırların ilhamı olan, yaşanmış hikâyesini yüreğiyle paylaşan arkadaşıma teşekkür ederim. İçini açtığın için, o çantayı birlikte taşıdığımız için…
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Halime Önen
YORULMAK GİBİ BİR ŞANSIMIZ YOKTU
Bazı çocukluklar sessizdir.
Bazı çocuklar, sabah okula giderken kahvaltı kokusuyla değil, sessizliğin soğuk sesiyle büyür.
Biz o çocuklardandık.
Hiç annemizin elini tutup gitmedik okula.
Babamız hiç taşımadı çantamızı.
Yorulmak gibi bir şansımız yoktu bizim.
Ne ağladığımızı fark eden oldu, ne sustuğumuzu duyan.
Telefonu açtığımızda, “İyi değilsin, biliyorum,” diyen kimse olmadı.
Biz en çok çocukluğumuza yenildik.
Küçüktüm, okul yıllarımın ortasındaydım.
Bir gün, yıllar sonra bir şey oldu.
Annem beni okuldan almaya geldi.
Sadece bir kez.
Çünkü bir gün önce çok ağlamıştım.
Neden içimi döktüm bilmiyorum çünkü ben hiç içimi dökmezdim.
O gün yağmur yağıyordu.
Elinde bir şemsiye vardı, bana verdi.
Eve geldiğimizde, “Çantan ne kadar ağırmış,” dedi.
Oysa annem, hayatında ilk defa okul çantama dokunmuştu.
O an içim acıdı.
Çünkü o çantanın ağırlığı sadece kitaplardan değildi.
O çantada annemin yokluğu, çocukluğumun sessizliği, hiç söylenmemiş bir “aferin” vardı.
Annemin eli ilk defa çantama dokundu, ama bana hiç dokunmadı.
Ben hiç bilmem, annem kahvaltı hazırlasın, beni okula yolcu etsin.
Tüm arkadaşlarımın annesi yapardı, ama ben o duyguyu hiç yaşamadım.
Bir tek o gün, okuldan alınırken mutlu olacağımı sandım.
Meğer o gün, en çok yara alacağım günmüş.
Okula giderken hep çantamı kendim hazırlardım.
Okul kıyafetlerimi kendim ütülerdim.
Hiç bilmem, “Yarın okulun var, kıyafetlerin hazır,” sözünü...
Ya da sabah her evde rutin olan, bir annenin beslenme çantası hazırlayışını.
Ben hep kendim hazırlardım beslenmemi bir çocuk aklıyla.
Şimdi düşünüyorum da, ben hiç çocuk olmamışım.
Hani derler ya, “Anne ve babanı kaybedince büyürsün.”
Ben doğduğumda büyümüşüm, şimdi daha iyi anlıyorum.
Annem hiç beni okula yolcu etmedi.
Ve bir sözü vardı:
“Okula gider, sesini duymazdım. Kendi hazırlanır, sessiz sedasız çıkardı.”
Annem beni o kadar yok saymış ki...
Şimdi daha iyi anlıyorum.
Yıllar sonra fark ettim, o sessizlik bana geçmiş.
Ben de artık sessizim.
Benim de onunla bağım yok.
O gün, yağmurun altında fark ettim:
Bazı bağlar hiç kurulmaz, bazı sevgiler hiç konuşulmaz.
Şimdi büyüdüm.
Artık kimseye yük olmamak için güçlü duruyorum.
Ama biliyorum ki, o küçük çocuk hâlâ içimde.
Hâlâ çantasını taşıyor, kimse fark etmesin diye gülümsüyor.
Ve o çanta hâlâ ağır.
İçinde çocukluğum var.
Hiç yaşanmamış bir sabah,
Hiç tutulmamış bir el...
Bazı hikâyeler anlatılmadıkça eksik kalır.
Bu satırların ilhamı olan, yaşanmış hikâyesini yüreğiyle paylaşan arkadaşıma teşekkür ederim. İçini açtığın için, o çantayı birlikte taşıdığımız için…